SÜPER ANNE VE MERAKLI ÇOCUK YAZI SERİSİ
Seri – I “Termodinamiğin Taşa Oturma Yasası”
ANNE: Taşa oturma oğlum.
ÇOCUK: Bir şey olmaz anne.
ANNE: Buz gibidir o şimdi. Altına minder al.
ÇOCUK: Termodinamiğin sıfırıncı yasası der ki; iki cisim üçüncü bir cisimle ısıl dengedeyse kendi aralarında da ısıl dengededir der. Eğer hava 20 derece ise taşta minder de aynı sıcaklıkta olur.
ANNE: Bende onu söylüyorum. Popon 36 derece beton 20 derece. Taş ısıl dengeye gelebilmek için popondan devamlı ısı çekecektir. Neden mindere oturmanı istediğimi soracak olursan ısı iletkenliğine çalış öyle tartışalım. Şimdi cırcır olmadan kalk oradan…
Ali ÇETİNKAYA
Seri – II “Rakım ve Şu Fasulya”
ANNE: Sana kaç defa bu fasulyeden Niğde’deyken alma dedim.
BABA: Ama Adana’da hep bundan istiyorsun lezzetli diye.
ANNE: Adana’dayken evet ama Ulukışla’dayken istemiyorum.
BABA: !!! Ama ben bu fasulyenin tadını çok seviyorum.
ANNE: O zaman bana bir düdüklü tencere al.
BABA: Neden, ne alakası var?
ANNE: Adana ve Ulukışla arasında yaklaşık 1400 metre rakım farkı var. Bu nedenle Ulukışla’da ki hava basıncı Adana’da kinden daha düşüktür. Suyun kaynama derecesi 100 derece olarak bilinir ama bu normal şartlarda yani deniz seviyesindedir. Yükseğe çıkıldıkça atmosfer basıncı azaldığı için kaynama noktası da düşer. Adana’da yaklaşık 100 derece olan bu sıcaklık Ulukışla’da 94 dereceye kadar düşebilir. Bu nedenle yemeğe birim zamanda verilen ısı miktarı da düşmüş olur. Bu olay yemeğin pişme süresi uzatır ve beni çıldırtır. Neden düdüklü tencere olduğunu da konuşmak istiyorsan İdeal gaz denklemine çalış tartışalım…
BABA: Ben tencereyi alayım…
Ali ÇETİNKAYA
Seri – III “Hal Değişimi ve Tasarruf”
ANNE: Oğlum ocağın altını kıstın mı?
ÇOCUK: Hayır anne, geç kaldım yumurtanın hızlı pişmesini istiyorum.
ANNE: Çocuğum bak geçen hafta sana termodinamiğin sıfırıncı yasasını anlatmıştım. Hatırladın mı?
ÇOCUK: Evet, artık taşa oturmuyorum
ANNE: Peki neydi sıfırıncı yasa?
ÇOCUK: Taşa oturma cırcır olursun
ANNE:
ÇOCUK: iki maddede üçüncü bir maddeyle ısısal temastaysa aynı sıcaklıkta oluyorlardı.
ANNE: Evet, unutmamışsın. Peki su kaç derecede kaynar?
ÇOCUK: 100 derecede.
ANNE: Evet ve kaynadığı sürece 100 derecede kalmak zorundadır. Tüm maddeler hal değişimi sırasında sabit sıcaklıkta kalır. Bu nedenle tüm su buharlaşana kadar ne yaparsan yap 100 derecenin üstüne çıkamaz. Ayrıca bir maddeye verilen ısı miktarı o maddeyle arasındaki sıcaklık farkına bağlıdır. Peki bununla sıfırıncı yasayı birleştirip yumurtanın altını neden kısman gerektiğini bana açıklayabilir misin?
ÇOCUK: Hımmm…
ANNE:
ÇOCUK: Ocağın suya verdiği ısı miktarı kısık yada açık olmasına bağlı olarak değişecek. Bu kaynamadan önceki zamanın kısalmasını sağlar. Ama kaynamaya başlayınca ne kadar ısı versek de 100 dereceyi geçemeyecek. Yumurtanın pişmesi de direk suyun sıcaklığına bağlıysa, ve suyun sıcaklığı kaynamaya başladıktan sonra ocağın verdiği ısıya bağlı değilse, o zaman ocağın altının su kaynamaya başladıktan sonra açık olması sadece enerji kaybı gibi görünüyor.
ANNE: Aferin sana.
ÇOCUK: Bu bilim hoşuma gitmeye başladı. Hayatın her yerinde ve öğrendiğimiz bilgiler hayatımızı kolaylaştırıyor. Derslerde öğrenirken sanki gereksiz şeylermiş gibi duruyor. Ama sanırım çok önemli. Keşke okulda da testler ve saçma sorular yerine bize böyle anlatsalar…
Ali ÇETİNKAYA
Seri – IV “Renklerin Renkli Dünyası”
ÇOCUK: Anne bilgisayarımın ekranına su damlayınca çok ilginç bir şey oldu. Beyaz sayfanın o su damlalı kısmında başka renkler gördüm. Sence çok saçma değil mi?
ANNE: Elbette değil. Sana geçen gün aldığım merceği getirebilir misin?
ÇOCUK: İşte burada,
ANNE: Hadi gel monitörü yakından inceleyelim. Görüyor musun?
ÇOCUK: Aaaaaa. Gerçekten de öyleymiş. 3 tane renk var. KIRMIZI, YEŞİL ve MAVİ.
ANNE: Şimdi ekrana kırmızı, yeşil ve mavi kareler çizmeni istiyorum.
ÇOCUK: Bu çok kolay. Bak oldu.
ANNE: Evet bilgisayara çok hakimsin ama onun en önemli parçasının nasıl çalıştığını maalesef bilmiyorsun. Aslında bunun için fen ve fizik dersleri size sıkıcı geliyor. Öğrendiğiniz temel şeyleri hayattın neresinde kullandığımızı ne siz sorguluyorsunuz, ne de size sorgulamanız için yönlendirme yapılıyor.
ÇOCUK: Aslında senin anlattığın şeyler hiç aklımdan çıkmıyor ve çok eğlenceli. Düdüklü tencereyle ilgili basınç konusu, suyun yüz derecede kaynadığı ve ısı alışverişi gibi şeyleri hiç unutmuyorum. Ve biliyor musun, bir soruda arkadaşlarımın kafası karışmıştı, ve sınıf arkadaşlarımın çoğu yapamamıştı ama ben senin sayende yaptım.
ANNE: Eferim o zaman bana.
ÇOCUK: Hadi merak ettim bu renklere de yakından bakalım.
ANNE: Tamam.
ÇOCUK: Kırmızı karede diğer renkler sönmüş. Sadece kırmızı lambalar yanıyor. Diğerleri de öyle.
ANNE: Bak bu üç renkteki lambanın kapladığı alana bir piksel diyoruz. Senin monitörün kaç piksel di?
ÇOCUK: 1280×768.
ANNE: İşte, senin ekranın bu ikisinin çarpımı kadar yani yaklaşık yaklaşık 1 milyon tane piksellerden oluşuyor. Ve ekranında gördüğün renklerin hepsi bu üç lamba sayesinde oluşuyor.
ÇOCUK: Bu çok fazla. Arkadaşımın ekranının çözünürlüğü demek bu nedenle daha güzel. Sanırım onun pikselleri daha fazla ama ekranının boyutları benimkiyle aynı. Demek ki onun pikselleri daha küçük ve çözünürlük dediğimiz şeyde bu oluyor.
ANNE: Eferim sana.
ÇOCUK: Peki kafama bir şey takıldı. Kırmızı yeşil ve mavi renkler tamam. Ama sarı ve diğer renkler nasıl oluşuyor?
ANNE: Bilgisayar ilgi alanın olduğu için çabuk kavradın. Bu da güzel bir soru. Hemen yine sarı bir kare yap ve inceleyelim. Öncesinde bir tahminin var mı?
ÇOCUK: Sulu boya gibi mi?
ANNE: Yaklaştın.
ÇOCUK: Aaaaa. Kırmızı ve yeşil lambalar yanıyor. Mavi lamba sönmüş.
ANNE: İlk başta BEYAZ renkte üç renk lambada yanıyordu. Pikseller çok küçük olduğu için gözümüz bu üç lambayı da aynı yerdeymiş gibi görür ve sulu boyaya benzer şekilde onlara bakarken yeni renkler algılamamıza sebep olur. Yani beyaz aslında tüm renklerin gözümüze ulaşmasıyla beynimizin algıladığı renktir. Sarı da aynı şekilde KIRMIZI ve YEŞİL in beynimizde algılattığı renktir. Bunu minik bir deneyle de görebilirsin. Bir CD’nin bir yüzüne beyaz bir kağıt yapıştır. Kağıda merkezden çıkan sırasıyla kırmızı ve yeşil dilimler çiz. CD yi üstü bir motora takıp hızlıca dönderdiğin de gözünün sarı rengi algıladığını göreceksin.
ÇOCUK: Süper bir deney. Mutlaka yapacağım. Bu arada sen anlatırken diğer renkleri de internetten araştırdım. Magenta yani pembe KIRMIZI ve MAVİ, Cyan yani turkuaz ise MAVİ ve YEŞİL ile oluşuyormuş.
ANNE: Çok doğru.
ÇOCUK: Yine heyecanlandım. Bu konuyla ilgili detaylı bir araştırma yapıp sınıfta arkadaşlarıma sunmak istiyorum. Bu arada mutfakta kimyasal bir tepkime var sanırım, bir koku geliyor ve hafif duman var.
ANNE: Eyvahhhhh…
ÇOCUK: Bilim varsa her şeyi unutuyor… Sanırım BİLİM AŞKI böyle bir şey…
Ali ÇETİNKAYA
Seri – V “Bulaşıklar ve Kimya”
ANNE: Bu bulaşıkları sen mi yıkamıştın kocacığım?
BABA: Evet. Teşekküre gerek yok 🙂
ÇOCUK: Ben de yardım ettim ama!
ANNE: Belli 🙂
BABA: Ne oldu bir sorun mu var?
ANNE: Sanırım sıvı deterjanı az dökmüşsünüz ve sıcak su kullanmamışsınız.
BABA: Sıcak suya gerek var mıydı ki?
ÇOCUK: Sıvı deterjanı çevreye daha az zarar vermek için ben az dökmesini istedim anneciğim.
ANNE: Evet bende fazla kullanılmasına karşıyım. Ama siz gerektiğinden az kullandığınız için şimdi bir kez daha kullanmak zorunda kalacağım. Peki neden sıcak suya ve deterjana ihtiyacımız olduğunu biliyor musunuz?
ÇOCUK: Yuppiii yeni bir bilim dersi daha başlıyor. Anne bilim adamlarının ceket gibi beyaz önlüğü olur ama senin ki önünden asmalı.
BABA: Bende katılıyorum. Sana bir önlük almamız şart. 🙂
ANNE: Espirini anlamamış değilim.
ÇOCUK: Durun bir dakika bilim defterimi getireceğim.
ANNE: Hangi defter bu?
ÇOCUK: İşte senin anlattıkların, çevremde gördüklerim, arka bahçede bilim programındaki seyrettiğim ve ilgimi çeken her bilgiyi ve deneyi buraya not alıyorum.
ANNE: Bu çok hoşuma gitti 🙂
ÇOCUK: Hadi ben hazırım başlayalım artık.
ANNE: İlk olarak deterjanın ne olduğuyla başlayalım…
ANNE: Bu bulaşıkları sen mi yıkamıştın kocacığım?
BABA: Evet. Teşekküre gerek yok 🙂
ÇOCUK: Ben de yardım ettim ama!
ANNE: Belli 🙂
BABA: Ne oldu bir sorun mu var?
ANNE: Sanırım sıvı deterjanı az dökmüşsünüz ve sıcak su kullanmamışsınız.
BABA: Sıcak suya gerek var mıydı ki?
ÇOCUK: Sıvı deterjanı çevreye daha az zarar vermek için ben az dökmesini istedim anneciğim.
ANNE: Evet bende fazla kullanılmasına karşıyım. Ama siz gerektiğinden az kullandığınız için şimdi bir kez daha kullanmak zorunda kalacağım. Peki neden sıcak suya ve deterjana ihtiyacımız olduğunu biliyor musunuz?
ÇOCUK: Yuppiii yeni bir bilim dersi daha başlıyor. Anne bilim adamlarının ceket gibi beyaz önlüğü olur ama senin ki önünden asmalı.
BABA: Bende katılıyorum. Sana bir önlük almamız şart. 🙂
ANNE: Espirini anlamamış değilim.
ÇOCUK: Durun bir dakika bilim defterimi getireceğim.
ANNE: Hangi defter bu?
ÇOCUK: İşte senin anlattıkların, çevremde gördüklerim, arka bahçede bilim programındaki seyrettiğim ve ilgimi çeken her bilgiyi ve deneyi buraya not alıyorum.
ANNE: Bu çok hoşuma gitti 🙂
ÇOCUK: Hadi ben hazırım başlayalım artık.
ANNE: İlk olarak deterjanın ne olduğuyla başlayalım…
ANNE: Polar maddeler polar maddeleri, apolar maddeleri apolar maddeleri iyi çözeler. İyonik maddeler polar çözücülerde iyi çözünürler. Mesela su, tuzu çok kolay bir şekilde polar bir çözücü olduğu için çözebilir. Ama kirler genelde apolar yapıda maddeler içeriler. Bu nedenle su yağ gibi apolar olan maddeleri çözemez. Bazı çözücü molekülleri polarlık ve apolarlık özelliklerini birlikte gösterebilirler. Alkol böyle moleküldür.
BABA: Örnek olarak göbeğimi vermeyeceksin umarım 🙂
ANNE: Hayır, ama tabi ki üşengeçliğine dokunacağım. Baban gibi üşenen kişilere yönelik geliştirilen ve her türlü kullanıma açık “kolanyalı mendil” şu anda piyasada bolca kullanılmaktadır.
ÇOCUK: Evet 🙂 Önce el, sonra masa ve en sonunda ayakkabı silinir…
ANNE: Katı veya sıvı şeklinde bulunan deterjanlar, yüzeyleri etkin bir şekilde temizlemeleri için yüzey aktif maddeler içerirler. Geçen yıl seninle demir tozlarını mıknatısla dans ettirmiştik hatırladın mı?
ÇOCUK: Evet çok eğlenceliydi. Hatta ben merak minik ama ağır bir şişenin içindeki tozları incelerken yanlışlıkla masaya dökmüştüm ve toplamaya çalışmıştım. Sen gelene kadar bitirememiştim ve toplarken çok zorlanmıştım. Sen de sana sihirli bir şey göstereceğim diyerek masanın üstündeki tozların hepsini gizemli bir şekilde toplayıp dans ettirmiştin. Çok ama çok heyecanlanmıştım. Bana çaktırmadan elindeki mıknatısı masanın altında gezdirdiğini ve o tozun aslında demir tozu olduğunu söylemiştin.
ANNE: İşte bu maddeleri bir yüzeye dağılmış demir tozlarını toplamamıza yarayan mıknatıslara benzetebilirsin. Bu maddeler, molekülün bir ucunda su molekülünü tutan (hidrofilik) ve diğer ucunda suyu iten (hidrofobik) bir yapıya sahiptir. Bu sayede suyun tek başına tutamayacağı yağ gibi apolar maddeleri, suyun taşıyarak yüzeyden uzaklaştırmasını sağlar. Aynı benim döktüğün tozları masadan toplamama yardımcı olan mıknatıs gibi. Tabakları yeteri kadar deterjanla yıkadığımızda kir, apolar moleküllerinin etkisiyle çözünerek su içinde yüzmeye başlar. Akan su ile birlikte çözünen kirler tabaktan uzaklaşır.
ÇOCUK: Bu kısmında biraz bilmediğim kelimeler olsa da anladım sanırım. Su normalde iyi bir çözücü ama her cins maddeyi çözemiyor. Kiri yüzeyden sökmek için o maddenin cinsinde bir madde kullanmamız gerekli ve bu nedenle yağları temizlemek için deterjan kullanıyoruz. Ama hala neden sıcak su kullanmamız gerektiğini anlamadım.
ANNE: O konuda su moleküllerin arasındaki çekimle ilgili. İstersen bir deneyle birleştirip onu da başka bir zaman anlatıyım ne dersin?
ÇOCUK: Tamam annecim.
BABA: Bir ıslak mendil verir misin canım…
Ali ÇETİNKAYA
Seri – VI “Şahinler ve Rezonans”
ÇOCUK: Baba bazı arabalar evin önünden geçerken camlar çok titriyor. Nedenini biliyor musun?
BABA: Bak arada cevabını bildiğim sorularda sorabiliyormuşsun demek ki!
ÇOCUK: 🙂
BABA: Bu arabaları genelde gençler kullanıyor. Araba dikkat çeksin diye egzozuna delik açıyorlar ve buda arabanın çok ses çıkarmasına sebep oluyor.
ÇOCUK: Mmm. Yani evi titreten şey sesin genliğinin büyük olmasını?
BABA: Gençliği?
ÇOCUK: Yani şiddeti
BABA: Evet evet öyle…
ÇOCUK: Bende ilk başta öyle düşünmüştüm ve sonra annemin dediği gibi bu hipotez farklı deneylerle test ettim. Mesela televizyonun sesini ondan daha fazla açtım ama camlar öyle titremedi.
BABA: Annesinin oğlu
ÇOCUK: Tamam seni daha fazla sıkıştırmayacağım
BABA: Hadi al şu telefonu annen gelene kadar oyalan.
ÇOCUK: Çok iyi fikir. Biraz daha araştırayım. Belki annem gelmeden bazı deneyler bulur tartışırız.
BABA: Allahım birdiler, iki oldular. Bu çocuğu haftaya futbol maçına yada sinemaya götürüyüm. Yoksa bunuda kaybedeceğiz.
…
ANNE: Bu trafik öldürüyor beni. Oğlum sen şimdiden uçan araba üzerine çalışmalara başla
ÇOCUK: O zaten yapıldı anne. Ama sizin için iki sorun var. Birincisi, Türkiye de henüz ona uygun bir çalışma ve izin yok. İkincisi, sizin toplam gelirinizle almanız için yaklaşık 210 yıl biriktirmişim gerekiyor
ANNE: Biz mi az kazanıyoruz yoksa o mu çok pahalı?
Baba: Ben biletler bitmeden alayım :((
ÇOCUK: Anne babamla bu gün bir konuyu tartıştık.
ANNE: Baban tartışmaz çocuğum, fikrini ortaya koyar, alan alır, almayanın ayağına takılır düşer.
Baba: Trafik gerçekten kötüymüş sanırım. Oğlum yıl başında %15 zam istesem o arabanın yılı bizim emekliliğe düşer mi?
ÇOCUK: Anne öyle deme, babamın farklı bakış açılarıda beni düşünmeye ve araştırmaya sevk ediyor.
ANNE: Anladım…
ÇOCUK: Bu gün tartıştığımız konu…
…
..
.
ANNE: Anladım, yemeği hazırladıktan sonra sana konuyu kavrayıp sonuca varman için bir deney göstereceğim.
ÇOCUK: İşte bu
BABA: Oğlum sen hangi takımlısın?
ÇOCUK: Bilmiyorum baba. Bir takım mı tutmam gerekiyor?
BABA: Her erkek bir takım tutar çocuğum. Bu takım genelde de babanın takımı olur
ÇOCUK: O zaman takım olarak Türkiye’ yi tutacağım.
BABA: Ama…
ÇOCUK: Sen Türkiye yi tutmuyor musun yoksa?
BABA: Elbette tutuyorum.
ÇOCUK: Anlaştık o zaman. Ama ben maça girmem, şimdiden söyliyim. Çok sıkıcı…
BABA: Çok geç kalmışım çok 🙁
ANNE: Gelebilirsin, başlayalım.
ÇOCUK: Hazırım
ANNE: Öncelikle şu malzemeleri getir.
Babanın bluetooth hoparlörü ve AKILLI telefonu,
Mutfaktan tuzluk ve bir tepsi…
ÇOCUK: İşte getirdim hepsini, babam bari onu benzetmeyi dedi kendinize
ANNE: Şimdi telefona Sinyal jeneratörü uygulaması indir ve telefonu hoparlörü bağla.
ÇOCUK: Bu uygulama olur mu?
ANNE: Tamam frekansı ve ses gücü ayarlanabilir görünüyor güzel. Şimdi tepsiyi hoparlör üstüne koyalım ve tuzu rasgele serpelim. Hazır mısınız?
BABA: ne demezsin
ÇOCUK: Yine çok heyecanlandım. Bu tuzlar odadaki adamlar mı olacak?
ANNE: Hayır hava molekülleri.
ÇOCUK: Hımmm…
ANNE: Açıyorum, şu an ses genliğinin düşük, bakalım arttırılsın ne olacak?
ÇOCUK: Tabiki ses titreşim olduğu için tüm tepside tuzları zıplatacak Ama hepsi zıplamıyor!!!
ANNE: Evet bazı bölgeler durağan.
BABA: Bu ne kadar gıcık bir ses, komşular şikayete gelecek şimdi.
ANNE: Duvarlar yalıtımlı, işkence ettiğimiz tek kiş sensin.
BABA: Madem öyle geliyimde bende seyredeyim o zaman!
ÇOCUK: Merak!!!
ANNE: Merak:)
Şimdi gösteriye hazır mısınız?
Bakın frekans değiştikçe bazı frekansları tepsi daha fazla titreşiyor. Biz bu durumlara tepsinin rezonansa girmesi, oluşan bu şekillerde rezonans eğrileri diyoruz. Bu frekanslarda sesin şiddetinin arttığını hissedebilirsiniz. Çünkü tepsi sesi bu frekanslarda güçlendirir. Mesela klasik gitarın o büyük gövdesi bu işe yarar. Bu nedenle elektro gitarlar da
Sesi elektronik devreler güçlendirdiği için gövde küçüktür.
BABA: Hımm anladım.
ÇOCUK: Yaa o benim sözümdü baba
BABA: O zaman salon büyük ve o arabalardan çıkan düşük frekanslı sesler odayla rezonansa girip aynı bu tuzlar gibi her yerin titremesine sebep oluyor.
ÇOCUK: Küstüm, küstüm işte 🙁
ANNE: Sanırım milli maç biletleri pahalı
Ali ÇETİNKAYA
Seri – VII “Şırıngalar ve Basınç”
ÇOCUK: Anne ben hastanelerin kokusunu hiç sevmiyorum. Lütfen gitmeyelim. Hem ben hasta değilim ki!
ANNE: Haklısın, ama bence hastaneye hasta olmadan önce gitmek gerekiyor. Hatırlıyor musun, geçen hafta köpeğimiz Kekik’in veteriner tarafından sağlıklı olduğuna emin olmak için götürülmesini sen istemiştin. Bende bu düşüncenin doğru olduğunu onaylayıp babandan rica etmiştim. Sağlık durumumuzu her 6 aya bir kontrol ettirmek çok önemli. Sessizliğin sanırım beni anladığını gösteriyor.
ÇOCUK: Eveeeeeet… 🙁
ANNE: Hadi güzel bir duş al, dişlerini fırçala ve çıkalım. Randevumuza 75 dk kaldı.
ÇOCUK: Taammaammmm…
…
ANNE: Kemerini bağladın sanırım.
…
ÇOCUK: Anne sanki bizim dışımızdaki herkes hasta gibi. Hani hasta olmadan önce gelmek çok daha önemliydi?
ANNE: Maalesef öyle. Ama dikkatli bak istersen çoğunluğu üzgün.
ÇOCUK: Bence bu kokudan dolayı üzgünler… :S
ANNE: :)))
ANNE: İlk önce doktorun verdiği kan tahlillerini yaptıralım. Sanırım şu koridordaydı.
ÇOCUK: Kan mı? Anne lütfen ben çok korkuyorum. Geçen sefer babamla geldiğimde babam acımayacak dedi ama çok acıdı 🙁
ANNE: Şanslıyız bak çok az sıra var. Söyle bakalım sence numaramız çift mi tek mi sayı olacak?
ÇOCUK: Hımmmmm… Bence tek sayı.
ANNE: Niçin çok düşündün öyle?
ÇOCUK: Numaratörde şu an 245 yazıyor. Bizden önce gelmiş salonda 7 kişi var. Bu da demek oluyor ki ben çift olacağız.
ANNE: Bence hesabında bir yanlışlık var. :))) Bir daha hesapla!
ÇOCUK: Benden önce sen kan vereceğin için, benim numaram tek olmuş olacak 😀
ANNE: :))))
ANNE: O zaman sıra benim 🙂
ÇOCUK: Evet… :((
ANNE: Bir şeyi fark ettin mi? Sence şırınga sıvıları nasıl içine çekiyor? Mıknatısın nasıl çektiğini daha önce konuşmuştuk. gezegenlerin birbirini nasıl çektiğini de! Ama burada bu iki olayın dışında bir etki var sanki?
ÇOCUK: Sen söylemeden önce hiç bunu düşünmemiştim. Aslında çok ilginç. Şırıngayı yukarı çekince dışarıdaki sıvı içeri giriyor.
ANNE: Hemşire hanım temiz bir enjektör alabilir miyim? Sizinde öğrenmekten keyif duyacağınız bir bilgi vereceğim.
HEMŞİRE: Çok güzel olur. Bende gelen meraklı çocuklara anlatırım :)))
ÇOCUK: Lütfen çok merak ettim.
“Anne hemşireye göz atar ;)”
ANNE: Peki başlıyorum. Biliyorsun iki yıl önce denize gittiğimizde suyun altına daldıkça kulağımızda hissettiğimiz basıncın arttığını konuşmuştuk. Cep telefonuyla su altı video çekerken de bu nedenle 8 metreden daha derine dalmamamız gerektiğini vurgulamıştım hatırlarsan.
ÇOCUK: Hala telefonunu suyun altına soktuğuna inanamıyorum 🙂
ANNE: İşte suya göre daha az yoğun olsa da havada derinliklere inildikçe basınç uygular. Ve biz insanlarda havanın en derin yerinde yaşarız. Yani yeryüzünde 🙂
ÇOCUK: Gerçekten kendimi şu an “Sünger Bob” gibi hayal ettim 🙂
ANNE: :)) Kare şort da yakışır sana. Gel buraya otur. Ve Şırınganın bu bardaktaki suyu nasıl çektiğini gözlemle. Şimdi sen de dene…
ÇOCUK: Evet ben çektikçe içerideki hava azalıyor senin düdüklü tencereden bahsederken anlattığına göre basınç da düşüyor. Dışarıda dediğin gibi yüksek bir basınç varsa buraya gelmek isteyecektir. Bu nedenle önüne kattığı suyu içeri itekliyor olmalı. Yani çekme değil tam tersi bir itme kuvveti mevcut bu durumda.
ANNE: Sanırım benim çok fazla bir şey anlatmama gerek kalmadı 🙁
ÇOCUK: Eğlenirken öğrendiğim şeyleri unutmuyorum genelde 🙂
ANNE: O zaman hemşire hanıma teşekkür et.
ÇOCUK: Niçin?
ANNE: 3 tüp kan alındı bile senden 😀
ÇOCUK: Neeee….
ANNE: Hadi bunları tahlil laboratuvarına teslim edelim.
Çocuk: Peki anne. ama kafama bir şey takıldı. Şırınganın nasıl içine çektiğini anladım. Onda bir sorun yok. Ama senin elindeki cam tüplerde öyle bir şey yok.
ANNE: Hımmm. Buna dikkat etmen çok güzel. İşte az önce bahsettiğimiz açık hava basıncı aslında çok küçük bir kuvvet değil. Yaklaşık bir santimetrekareye on nivton. Eğer ortalama bir insnaın yüz ölçümünü bir buçuk metrekare kabul edersek, toplamda 150.000 nivton yapar ki bu yaklaşık bir 4 fil ağırlığında demektir. Yani her birimizin üstüne şu an 4 fil çıkmış gibi düşünebilirsin.
ÇOCUK: Bu çok inandırıcı değil. Benim gibi bir çocuk bir fili nasıl hiç hissetmeden kaldırsın ki?
ANNE: bunu sana hemen ispatlayacağım. Şu devamlı yanında taşıdığın yapışkan oyuncağı ver bakalım.
ÇOCUK: :))) O benim örümcek ayım …
ANNE: Şimdilik bu iki vantuzu çıkartacağım ve birbirine yapıştıracağım. Hadi şimdi bunları ayır bakalım.
ÇOCUK: Hemen yapabilirim…
ÇOCUK: Ama neden olmuyor? Benden daha güçlü olmaz ki çok saçma. Hem aralarında bir yapıştırıcı da yok.
ANNE: İşte bunları birlikte tutan da yine açık hava basıncı. Biz arasında çok az boşluk kalacak şekilde birleştirdikten sonra çektiğimizde yine şırıngada olduğu gibi iç basıncı düşürmüş oluyoruz ve dış basınç onları birbirinden ayırmamıza engel oluyor.
ÇOCUK: Evet şimdi açık hava basıncının ne kadar güçlü olduğunun farkına vardım. Ama peki biz bu kadar büyük basıncı neden hissetmiyoruz?
ANNE: Çünkü bu basıncı dengeleyen bir iç basıncımız var. O da kan basıncı.
ÇOCUK: Hımmm o zaman onun için içi boş o tüpe kanımız dolmaya başlıyor. Tamam şimdi anladım…
ANNE: Eve gidince balonları ve pipetleri kullanarak seninle bu konuyla ilgili güzel sihirbazlık deneyleri yapalım Tabi kide konuğumuz belli 😉
ÇOCUK: Oleyyyy… Seni çok seviyorum s. anneciğim. Babam balonlardan pek hoşlanmıyordu sanırım ama ben onu ikna ederim :))
Ali ÇETİNKAYA